14 Kasım 2011 Pazartesi

Eski filmler, eski şehirler, eski arkadaşlar ve bunlara dair herşey


Şimdi çok uzakta olan bi evin çok büyük penceresinden şehrin büyük bi kısmı gözüküyordu. Çünkü o yıkık dökük binanın en üst katında bulunuyorduk. Hava çok soğuktu. Pencerenin ucuna oturup dışarı bakıyordum. Tıpkı şuanki gibi kapalıydı hava, erkenden kararıyordu ve biz, bir ertesi gibi nasıl geçireceğimizi düşünüyorduk. Masada duran siyah paketten bi tane alıyordum ve sonra, aslında hiçbir zaman çok sevmediğim ve alışkanlığımın hiçbir zaman oturmadığı bi taneydi o ama, olsun o zaman farklıydı. Alıp yakıyordum bi tane, artık kararmış olan pencereden dışarı bakıyodum. Şehrin her yerinden hüzün akıyor, her parçası yalnız olduğunu inatla yüzüne vuruyordu.
Ve ben cocukluğundan beri dramaya aşık biri olarak,(hepsi burcumdan kaynaklanıyordu) bu durumdan çok hoşlanıyordum. Adeta besleniyordum.Farklı geliyordu , daha önce dediğim farklı bir hayatın ışıltısı, gibi parlıyordu. Yanlışlıkla aldığımız baharatlı şarabı, önce lavaboya döküp, sonra da içerek başlamıştım o geceye. Sonra dışarı çıkıp o soğukta evden metroya adeta koşarak gidip, koşarak dönmüştüm bi kaç gece. Çok gecesinde de gülmüştüm. O kadar gülmüştüm ki çınlıyordu yürüdüğüm yol, geçtiğim kaldırımlara kahkahalarım saçılmıştı. Bi şarkıya tutulmuştum en son, onu söyleyip durmuştum. Sonra Celine Before Sunset'te '
Köprünün altından çok sular aktı, mesele sen bile değilsin. Mesele sonsuza dek yitip giden o an.' diyordu. Belki de tek istediğim birine jesse damgası yapıştırmaktı hayatım boyunca. Ya da you've got mail'deki joe, bilmiyorum.

g.a

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder